FREE WORLDWIDE SHIPPING OVER $100

LAST CALL: LOWEST PRICE GUARANTEE 50% OFF. EXPLORE

Tadımlık Sayfalar

Bellekte çıkılan lezzet yolculuğu

Muriel Barbery‘nin Kirpinin Zarafeti adlı romanını hatırlarsınız. Gayet sessiz sedasız çıksa da kulaktan kulağa yayıla yayıla ufak çapta bir fenomene dönüşen, ardından gelen aynı adlı filmiyle de iyice yüreklere taht kuran Kirpinin Zarafeti, aynen özündeki felsefe gibi güzelliğin ve zarafetin en beklenmedik yerlerde açan bir çiçek olduğunun başlı başına bir kanıtı olmuştu adeta. Fransız yazar Barbery, kendisine ödül de kazandıran ve pek çok dile çevrilen bu romanından önce bir başka roman daha yazmıştı aslında. Kirpinin Zarafeti’nin gelişini öncülleyen Gurmenin Son Yemeği, onun ilk romanıydı, 12 dile çevrilip, iki de önemli ödül kazanmıştı ama asıl uluslararası çıkışını yazarının Kirpinin Zarafeti ile yakaladığı büyük başarının ardından yaşayacaktı. Ve işte şimdi Gurmenin Son Yemeği de aynı Kirpinin Zarafeti gibi Turkuvaz Kitap tarafından yayımlandı, böylece çember de tamamlandı. Çember diyorum, çünkü Kirpinin Zarafeti’nin üstüne kurulu olduğu ana karakter olan kapıcı Renée, burada da karşımıza küçük bir yan rolde çıkıyor. Çünkü bu hikaye de yine Renée’nin çalıştığı ve yaşadığı aynı apartmanda geçiyor. Dikkatli okuyucular hatırlayacaktır, kitapta apartman sakinlerinden biri öldüğü için dairesine diğer önemli karakterlerden biri olan Japon beyefendi taşınmıştı. İşte o ölen kişi, bu romanda hikayesini okuduğumuz, yemek eleştirmenlerinin en saygını, en korkulanı, büyük gurmenin ta kendisi…

AİLESİNE UZAK, HİZMETÇİLERE YAKIN
Pierre Arthens, Fransa’nın en önemli şahsiyetlerinden biri, gurmelerin büyük üstadıdır (Fransa’da gurmelere verilen büyük değeri gözden kaçırmıyoruz bu arada). Ancak tek bir baş hareketiyle büyük şölenler başlatan, otoritesi ve ünüyle yalnızca restoran sahiplerini değil, meslektaşlarını da titreten Arthens, artık evinde ölüm döşeğindedir ve yalnızca 48 saati kalmıştır. O da bu son 48 saatini hafızasının derinlerinde saklı olan, hayatı boyunca en çok etkilendiği, unutamadığı lezzeti anımsamaya çalışarak geçirir. “Zihnimde unuttuğum, krallara layık şölenlerin muhteşemliklerinin altına gömülmüş duygu yoğunluklarını bulup sıraladım, bunları mesleğimin ilk adımlarını attığım günlere kadar götürdüm, çocukluğumun kokularını gün ışığına çıkarttım. Ama onu hâlâ bulamadım. Şimdi ise az kalan zaman, sonumun belirsiz ama ürkütücü sınırlarını çizerek beni sıkıştırıyor. Arayışımdan vazgeçmek istemiyorum. Anımsayabilmek için inanılmaz bir biçimde çaba sarf ediyorum. Ya eğer beni küçümseyerek benden kaçan şey önemsenecek bir lezzet değilse? O iğrenç Proust madleni’nin, o pastacılık garabetinin hüzün verici, tatsız tuzsuz bir öğleden sonrasında, bir kaşık bitki özü çayında süngerimsi, rezil -Tanrı günah yazmasın- bir tortu kalıntısına dönüşmesi gibi belki benim de anımsamak istediğim tat pek de ahım şahım bir yemek olmayabilir, ancak ona bağladığım heyecan hep değerli kalacak ve bende şimdiye kadar anlayamadığım bir yaşam armağanına dönüşecek.” Evet, aynen kahramanın kendisinin de söylediği gibi, Barbery Gurme’nin Son Yemeği’nde esasen Marcel Proust’a bir selam gönderip, aynı onun Kayıp Zamanın İzinde’sinde yaptığı gibi, kahramanını belleğinde geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Ancak ondan farklı olarak o bir lezzetin belleğini uyarmasıyla bir yolculuğa çıkmıyor, geçmişindeki kayıp lezzeti bulmak için belleğinde bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuğu ise et, balık, sebze çiğ yiyecek, vs gibi başlıklar altında bu lezzetleri ilk tattığı anları ve çocukluğunu anımsayarak yapıyor. “…bugün, ‘yöresel renk ve tat’ın sadece çocukluğumuzun yarattığı mitolojide saklı olduğunu biliyorum ve eğer toprağa kök salmış bu gelenekler dünyasını ve bir yörenin kimliğini beynimizde yaratıyorsak bu durum büyümek denen felaket dönemi öncesinin, yani çocukluğumuzun o büyülü yıllarını yıkılmamaları için güçlendirmek, objektifleştirmek arzumuzdan ve hiçbir zaman gelişmelerini istemediğimizden dolayıdır. Zamanın akıp gitmesine aldırmadan yitirilmiş bir dünyanın sonsuza dek sürüp gitmesi gibi çılgın, hatta kudurmuş ve histerik bir irade açıklayabilir insanın bu “yöresel renk ve tat”ın varlığına olan inancını. Bu çabucak geçip gitmiş, lezzetlerle, kokularla, duygularla harmanlanarak, atadan kalma gelenekler, yerel yemekler içinde tortulaşmış bir yaşam, kumdan altın, zamandan sonsuzluk yaratmak isteyen aldatıcı bir hafıza potasının nafile çabasıdır.” Yaşlı gurme anılarında yolculuk yaparken, biz de bir yandan aile üyelerinden meslektaşlarına, doktorundan evinde çalışan hizmetlilere dek hayatındaki değişik kişilerin gözünden onu tanırız. Aradığı o özel lezzetin peşinde kılı kırk yaran, herkesin hayran olduğu bu büyük üstat, ailesinden kimseye onların çok ihtiyaç duyduğu sevgiyi ve nadir lezzetlere karşı duyduğu tutkuyu göstermez. Karısını ise güzelliğinden ötürü yalnızca bir sanat eseri gibi sever. Bununla birlikte hizmetlilerine karşı tam tersi biçimde hep ilgili ve naziktir. Bunda kökeni Fas’a uzanan annesinin ailesine karşı duyduğu yakınlık ve büyükannesinin mutfağında yakaladığı huzur dolu mutluluğun payı var mıdır acaba? Aynı zamanda bir felsefeci de olan Muriel Barbery, Gurmenin Son Yemeği’ni yalnızca yaşlı bir adamın geçmişine çıktığı yolculukla sınırlamıyor, aynı zamanda Fransız burjuvasinin alışkanlıklarını ve seçkinlik arayışlarını da çaktırmadan eleştiriyor. Esasen zengin ve güçlü bir burjuvanın dünyasını anlatırken, anlatımını onun çevresindeki çalışan alt sınıfın gözlemleriyle derinleştiriyor, çerçevesini ve bakışını genişletiyor. Öykü bir dedektif romanının titizliğiyle kayıp lezzetin izini sürerken, finalde ortaya çıkan sürpriz lezzet ise tam da bir önceki paragrafta anlatmaya çalıştığım zengin burjuvalar ile yoksul çalışan sınıfın arasında anlamlı bir köprü kuruyor.

ZENGİN LEZZET BETİMLEMELERİ
Yine de bu güzel ve zarif kitabın en dayanılmaz yanı, her sayfadan hemen her paragraftan fışkıran son derece zengin lezzet betimlemeleri… Yazarın bir ressam titizliğiyle, adeta fırça darbeleri yerine kalemiyle yazarak yarattığı canlı renkte tablolar gibi gözünüzün önünde beliriveren bu lezzet anlatımları, damağınızda engelleyemediğiniz sarsıntılar yaratırken, yemekler ve nadide lezzetler üstüne bir meditasyon denemesine dönüşüyor. Yalnızca lezzetler mi? Her türlü koku ve renk de aynı baştan çıkarıcılıkla satırlardan taşıyor. Yalnızca beyinlerimizi değil hemen hemen tüm duyularımızı da ayrı ayrı hedefleyen bu ‘lezzetli’ romandan şu satır lar, sanırım basit bir lezzetten nasıl felsefi bir derinliğe varılacağına dair en güzel ve bir o kadar da sade örneği oluşturuyor. “Et, erkeksi ve güçlüdür, balık ise hayret verici ve acımasızdır. Asla teslim alınamayacak olan gizemli bir denizden, bir başka dünyadan gelir, varlığımızın mutlak göreceliğine tanıklık eder ve buna rağmen kendini, bize bilinmeyen bir yörenin gizemli örtüsünün günübirlik kaldırılmasıyla verir.”

Elif Tanrıyar

Kaynak: Sabah Gazetesi

GURMENİN SON YEMEĞİ
Muriel Barbery Çeviren: Armağan Sarı Turkuvaz Kitap, Roman 144 s., 13,50 TL