Yaz mevsiminin sonuna yaklaşırken, reçel kazanları da son kez ocakta kaynıyor. Çilekle başlayan reçel serüveni, vişne, erik, kayısı gibi mevsim meyveleri ile devam etti. Sonbaharda ayva ve elmanın ardından portakal ve mandalina ile bu yılki reçel yapımı sona eriyor.
Bu lezzetli gelenek, sadece reçel kavurmaktan öte bir anlam taşıyor. Aile büyüklerinden torunlara aktarılan bir bilgi hazinesi, kuşaklar boyu yaşatılan bir miras. Hanımlar, kızlarına, torunlarına ev reçelinin sırlarını öğretiyor. Reçel yapmayı öğrenecek kimsesi kalmayan ya da aile büyükleri hayattayken bu bilgi hazinesinin kıymetini bilmeyenler ise maalesef piyasa reçellerine mahkum kalıyor.
Reçel, tıpkı peynir, yoğurt, kurutulmuş balık ve pastırma gibi, zorunluluktan doğan bir ürün. Doğanın bize sunduğu bitkisel ve hayvansal kaynaklar yıl boyu aynı miktarda değil. Mevsiminde bolca bulunan ürünler bozulmadan önce saklanmak zorunda. Reçel de bu çözümlerden biri.
Ancak padişah veya kral soyundan gelmiyorsak, atalarımız bugünkü reçel yapma imkanına ancak 18. yüzyıldan itibaren kavuşabilmişler. Daha önceleri şekerkamışından elde edilen şeker en pahalı baharatlardan biriydi ve sadece çok zenginler tarafından kullanılabiliyordu. 14. yüzyılda bile yarım kilo kaliteli şeker, iyi bir koyunun karkası kadar pahalıydı.
İslam ülkeleri ise daha şanslıydı. 14. yüzyıla kadar şeker üretimi Arap dünyası ve Hindistan’da yapılıyordu. Üç kez rafine edilmiş beyaz şeker, kralların birbirlerine sunduğu en değerli armağanlardan biriydi.
- yüzyılda Kıbrıs’ta şeker üretimi başlayınca Avrupalı krallar da şeker hediye etme imkanına kavuştular. II. Murat döneminde Memluk Sultanı, Fransa Kralı’na 50 kilo şeker hediye etmişti.
1747 yılında Alman kimyager Andreas Marggraf pancarda bol miktarda şeker olduğunu keşfedip bundan şeker üretilmeye başlanana kadar halk şekerle tanışmamıştı. 10. yüzyılda İbn Sina deniz yolculuğuna çıkanlara meyve reçeli önerse de, 13. yüzyılda Mevlana gül reçelinden söz etse de, reçellerin altın çağı 19. yüzyılda şekerle birlikte başladı.
Artık şeker temel gıda maddelerinden biriydi ve herkes evinde reçel yapabiliyordu. Doğal olarak reçel üretimi de sanayileşmeye başladı.
İngiltere’nin Arran adası gibi şeker ve meyve ithal eden bölgeler, narenciye reçelleriyle dünya çapında üne kavuştu. Malzemelerine özen gösteren endüstri ürünleri, ev yapımı reçellerle rekabet etmeye başladı. Fakat zamanla ucuzlatma çabalarıyla birlikte reçellerde glikoz ve mısır glikozu kullanımı yaygınlaştı.
Uluslararası bürokratlar da reçel tanımına el atarak, meyveler ezilip ekmeğe sürülecek kıvama geldiğinde marmelat, içinde taneler görülürse reçel olarak adlandırılmasına karar verdi.
Neyse ki, ev hanımlarımız bu bürokratik kurallardan ve ucuzlatma çabalarından etkilenmeden, geleneksel yöntemlerle reçel yapmayı sürdürüyor. Dileriz ki bu lezzetli gelenek ve bilgi hazinesi, kuşaklar boyu yaşamaya devam etsin