Yerli malı, yurdun malı, / Herkes onu kullanmalı…
Türkiye’de herkesin bir Yerli Malı Haftası anısı vardır. Kimisi komik, kimisi dramatik hatırlar o günü, türlü meyve kılıklarına girmiş olarak.. Elbette hep kış meyveleri hatırlanır. Zira 12-18 Aralık arasında kutlanan dönemde bir zamanlar sadece Ankara armudu, Finike portakalı, Anamur muzu, Amasya elması gibi mevsim meyveleri bulunurdu, bir de kuruyemişler, cevizli sucuk filan olurdu. Çocuklar yerli yemişleri temsil eder, komik şiirler okurlardı.
Amasya elmasıyım, Meyvelerin âlâsıyım,
Al al yanaklarım var, Beni yersen kan yapar.
Kime sorsam Yerli Malı Haftası’nda hangi meyve, yemiş olduğunu hemen şıp diye hatırlıyor. Kocam portakal olmuş misal! Öğretmenler bazen ne isabetsiz yakıştırmalar yapabiliyorlar. Asla parlak turuncu tropikal bir kişiliği yok, olsa olsa kara üzüm veya siyah zeytin olmalıydı, ya da Erzincan tulumpeyniri gibi bir şey, ama peynirler sayılmıyordu nedense. İşin garibi ben Yerli Malı Haftası’nda ne yaptığımı hiç hatırlamıyorum. Herhalde hiçbir şey olamamıştım. Damarlarımda dolaşan gâvur kanını sezip beni pek yerli malı olarak görememişler ve hiçbir Anadolu yemişini yakıştıramamışlardı besbelli. Alman patatesi diye bir seçenek de yoktu haliyle. Böylece “yerli malı” faaliyetleri benim için şiir ezberleme stresine girmeden bütün gün abur cubur atıştırılarak dalga geçilen ve ders kaynatılan şamata bir gün olarak kaldı.
Pek çok konuda olduğu gibi bazı konularda idrak on yıllar sonrası gerçekleşebiliyor. Bugün “Yerli Malı Haftası” bana çok anlamlı ve giderek önem kazanması gereken bir kavram olarak geliyor. Amasya’da artık elmadan ziyade melez bodur şeftali var, geriye kalanlarda da eski misket kokusu yok. Anamur muzunun yerini kokulu eski türle alakası olmayan Dwarf Cavendish türü aldı. Ankara armudunun eski balımsı tadı yok, aşılana melezleşe Deveci armuduna varan iriliğe ulaştı, affedersiniz tadı da hıyara yaklaşan bir lezzete dönüştü. Yerli türler giderek yok oluyor, kalanları da küresel tohum şirketlerine pazarlanıyor. Başımızdaki hükümet ne gerekse, tohum yasaları icat edip Meclis’ten geçiriyor. Yerli malı kalmadığı gibi, genleriyle oynanmamış yerli tohum da kalmıyor. Küçük üreticiyi, çiftçiyi, köylüyü düşman gibi gören bir zihniyette kazanan hep uluslararası yatırımcılar ve yerli ortakları oluyor. Yerli Malı Haftası yerine “yerli işbirlikçi” haftası kutlasak yeridir.
Yerli Malı Haftası kutlamalarının kökeni 12 Aralık 1929 günü dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün Meclis’te yaptığı bir konuşmaya dayanıyor. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrası yoksulluk içinde olan, üretimi ve ekonomisi sıfırlanmış ülkenin toparlanması için 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’ni toplar. Tam bağımsızlığa ulaşmanın yolu temel ihtiyaçlarda dışarı bağımlı olmayan bir ülke ekonomisi oluşturmakla gerçekleşebilecektir. Kendi kendine yeten tam bağımsız bir ekonominin yolu ise yerli üretimden geçecektir. İnönü’nün yerli malı kullanmayı teşvik eden konuşması da İktisat Kongresi’nde alınan kararların hayata geçirilmesini amaçlamaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrası dünyayı saran ekonomik kriz sonucu yerli malına verilen önem tekrar gündeme gelir ve 1946’dan itibaren 12 Aralık gününü takip eden hafta “Yerli Malı Haftası” olarak kutlanır. 1983’te “Yerli” vurgusuna “Tutum ve Yatırım” kavramları da eklenir ancak hafta hızla anlamını ve eksenini yitirir. Tutumluluk ne kelime, tüketim toplumu olmaya heves eden, yerli yatırımdan ziyade yabancı yatırımları teşvik eden, yerel ve yöresel olanı hızla yok eden bir ülkede Yerli Malı Haftası giderek komik kaçmaya başlar.
Oysa dünyada tam tersine bir eğilim başlamaktadır. 1984 yılında temelleri atılan Slow Food akımı giderek güçlenir, yerel ve mevsimsel yemek kavramları ön plana çıkmaya başlar. Son yıllarda kendilerini “Locavore”, yani sadece yerel yiyeceklerle beslenen kişiler olarak tanımlayanlar ortaya çıkar. Çevre konularına duyarlı olan insanlar yiyeceklerin markete gelene kadar ne kadar yol kat ettiğini bile hesaplayan yöntemler geliştirirler. Yerli tohum türlerine, yerli sebze meyvelere olan ilgi artar, kentlerde üretici ile tüketiciyi buluşturan çiftçi, köylü pazarları kurulmaya başlanır. Yöresellik kadar sadece mevsimsel olanı tüketmek de tekrar gündeme gelen bir kavram olur. Her ülkede milliyetçi nedenlerden ziyade, kendi kültür varlıkları olarak gördükleri yiyecek değerlerine sahip çıkmak ve çevreyi korumak adına yerel ve yöresel olana yönelme başlar. Slow Food hareketi toprak değerlerine sahip çıkmak adına 4 Aralık gününü bütün dünyada kutlanacak Terra Madre-Toprak Ana günü olarak ilan eder. 4 Aralık tarihine denk gelen hafta boyunca bütün dünyada yerli ürünlerin ön plana çıkarıldığı etkinlikler düzenlenir. Artık yöresellik kavramı küresel bir önem kazanmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya atılan pek çok kavramın bugün küresel dünyanın gündemine oturması ilginçtir. Cumhuriyeti kuranlar sanki dünyanın bir asır sonraki geleceğini okumuşlar. Bugünün yükselen değerlerini biraz fazla zamansız olarak epey önceden ortaya atmışlar.
Madem kendi icadımız “Yerli Malı Haftası”nın sürdürülebilirliğini beceremedik, biz de Batılı akımlara uyalım, yöresel olanın değerini günün trendi küresel kutlamalarda hatırlayalım. Mesela dünyaca kutlanan Terra Madre gününü Yerli Malı Haftası olarak gündeme getirelim. Sadece bir hafta boyunca, yalnızca yerli ürün kullanmaya gayret edelim. Bakalım kolay olacak mı?
Bu vesile ile ben de ilkokulda kısmet olmayan yerli malı şiirimi sizin için yazdım: Yerli malı, mevsim tadı, / Bundan iyisi, Şam’da kayısı.*
* Komşumuz Suriye en azından Şam kayısısının değerini korudu, melezleştirmeden günümüze kadar getirdi diye hakkını verelim.
AYLİN ÖNEY TAN
www.cumhuriyet.com.tr
(Editör Notu: Sayın Aylin Öney Tan‘a Cumhuriyet Dergi‘de yayınlanan “Yerli Malı Haftası” ile ilgili güzel ve keyifli yazısını GurmeRehberi.com ile paylaştığı için teşekkür ederiz.)