Yemek Kültürü

Patates, yokluğu düşünülemeyecek sebze…

İlk olarak And dağlarının eteklerinde yerlilerin yediği kok bitkisi olarak bilinir. Pedro Cieza “Peru Günlüğünde” bu bitkiden bahseder ve eski dünyayı bu yeni bitki ile tanıştırır. Patates zamanla Avrupa’ya yayılır. Patatesi Avrupa’ya ilk olarak 16. yüzyılda İspanyollar götürür. Patates kelimesi İspanyolca “patata”dan gelmektedir. Guechua dilindeki kelime ise papa idi. Çoğu Avrupa dilinde patata ve türevleri benimsenirken Amerikan ülkelerinde ise daha çok papa kullanılmaktadır.

İngilizler tarafından çok sevilen bitkinin buğdayla karşılaştırılınca daha az emek yani daha az isçi gerektirdiğini keşfeden İngilizler bütün tarlalara patates ekerek büyük bir insan topluluğunu isten çıkarttılar. Bu topluluk şehre göçerek daha sonra İngiliz sanayi devrimine ucuz is gücü olarak ismini yazdırır. İlerleyen yıllarda bütün topraklarına patates eken ada halkı hemen hemen tüm besin kaynağı yaptığı bitkiden üst üste 2-3 donem urun alamayınca kıtlık bas gösterir ve yeni dünyaya göçler baslar. Patatesin bize gelişi Yugoslavya üzerinden olur ve bu yüzden ilk basta kurompir adını alır.

Uzun sure patatesi İngiltere’ye götürenin Walter Raleigh olduğuna inanılmışsa da şu anda tarihçiler bunun bir mitten ibaret olduğunu düşünüyorlar, zira Raleigh sadece kuzey Amerika’ya gitmişti ki burada 18. yüzyıla kadar patates yetiştirilmemiştir. Patatesi İngiltere’ye asıl götüren muhtemelen Francis Drake’tir. Kendisi 1586’da Karayipler’de İspanyollarla savaştıktan sonra Kolombiya’nın Cartagena kentinde erzak -patates ve tütün de dahil olmak üzere- almak için durdu. İngiltere’ye dönerken Roanoke Adası’na uğradı. Burada koloni kurmaya çalışan İngilizler, Drake ve patateslerle beraber İngiltere’ye dönmeyi tercih etti.

1650 yılında İrlanda’da patatesin ana yiyecek haline geldiğini, birçok Avrupa ülkesinde de en çok tüketilen besin olarak buğdayın yerini aldığını görüyoruz. Hem insanları hem de hayvanları beslemek için kullanılıyordu. Kuzey Amerika’ya ilk patates New Hampshire’a yerleşen İrlandalı göçmenlerce götürülmüştür.

Patates kıtlığıyla yarım milyon kişi açlıktan öldü
İrlanda’da, alabildiğine uzanan yeşilliğe ve her gün toprağı kutsamaktan yorulmayan yağmura baktığınızda, yüz binlerce kişinin bir zamanlar tarihin en ağır kıtlıklarından birinde, bir patatese muhtaç solup gittiklerine inanamazsınız. Ancak İrlandalıların espri anlayışları, metanetin, aslında bir anlamda faciaları, neşeli melodilerin arasına gizleme kabiliyeti olduğunu açık eder.

1846’da İrlanda’da “büyük patates kıtlığı” baş gösterdiğinde, yarım milyon kişi dünyanın gözü önünde açlıktan ölürken, bir tek Osmanlı, yaptığı patates yardımıyla İrlandalıların biraz olsun imdadına yetişebilmiş. Yanlış tarım politikaları ve iklimin elverişsizliği sonucu, o dönemde yegane besin ve geçim kaynağı patates olan İrlandalılar, “blight” isimli mantar hastalığı patatese düşüp, kıtlığa sebep olunca, topraklarının kirasını İngilizlere veremez olmuşlar. Toprak sahipleri, 100 bin kişiyi sokağa atıp, yerlerine kirasını “bir şekilde” ödeyebilen inek ve koyunları toprağın yeni kiracıları olarak belleyince, İrlanda’dan Yeni Dünya’ya “büyük göç” başlamış. Birçok kişinin yolda telef olduğu “mezar gemi”lerle mülteci ya da işçi olarak denizaşırı göç eden aileler, bugün Amerika’da ve Avustralya’daki milyonlarca İrlandalının kökenini oluşturmuş.

Patatesi Fransa’ya yayan ise 18. yüzyılda Prusya’da esir düşüp ülkesine dönerken yanında patates de götüren Augustin Parmentier’dir.

Patates hayvanlara verilen yemdi
Antoine Augustin Parmentier 1737 yılında Fransa’nın Montdidier kentinde doğduğunda patates, en azından bu ülkede, sadece hayvanlara verilen bir yemdi. Ancak Parmentier de katıldığı yedi yıl savaşları’nda esir düşünce,
Vestfalya’daki esirlik yılları içinde patatesin bölge halkı tarafından yemek olarak da pişirildiğini fark etti. Ülkesine döndüğünde ucuz ve kolay yetiştirilir olması patatesi ilk günlerden başlayarak bazı yerel yemeklere kattı. Ama bunlar sayıca sınırlı, ucuz ve kötü sayılan yiyeceklerdi. Patates yalnız çok yoksul insanların yiyebileceği bir sebze olarak kabul edilmekte, un haline getirilip buğday ve çavdar unlarıyla karıştırılarak ekmek yapımında kullanılmakla yetinilmekteydi. Aslında insanlardan çok hayvanlara yem olarak layık görülüyordu .

Askeri eczacı olan Antoine Augustine Parmentier, 1772 yılında Besancon Akademisi’nin açtığı “kıtlık halinde insanlığın insanların hizmetine sunulabilecek bitkilerin bulunması” konulu yarışmaya katıldı. İlginçtir, yarışmaya katılanlar arasında yedi kişi de aranan gıdanın patates olduğunu iddia etmekteydi ancak bu tezi en iyi savunan Parmentier oldu ve ödülü de zaten o kazandı. 1773 yılında ödülünü aldıktan sonra da çalışmalarına devam etti. 1778 yılında yayınladığı “patatesin kimyasal sınavı” adlı kitabının bilimsel yanı kadar propaganda yanı da ağır basan bir kitap yayınladı. Parmentier bu kitapta patatesin besin ve lezzet değerini öve öve bitiremiyordu.

Parmentier’in çalışmaları zamanın önemli birçok bilim ve sanat adamının dikkatini çekmiş ve onlarında desteğini kazanmıştı. Turgot, Buffon, Condorcet ve hatta Voltaire onu destekledi. Yine de dönemin Fransa Kralı XVI. Louis’nin bizzat Parmentier’yi yüreklendirmiş olması, patatesin bugünkü konumuna gelmesinde en önemli rolü oynamıştır. Kralda aldığı özel izinle kendisine bir patates tarlası tahsis ettiren uyanık girişimci halkı patatese özendirmenin ilginç bir taktiğini geliştirdi:

Tarlanın etrafına nöbetçiler dikti ve burada çok değerli bir şey olduğu söylentisini körükledi. Ancak öte yandan nöbetçilere hırsızlıklara göz yummaları talimatını vermişti.

Türkiye’de patates
Türkiye’de yılda 6 milyon ton kadar patates üretiliyor. Bunun 1 milyon tondan fazlası Nevşehir’de yetişiyor. Uzun süre dayanıyor, ucuz, zahmetsiz bir sebze. Öyle yanında fazla da bir şeye gereksinim duymadan da tüketiliyor. Bir zamanlar savaşa giden orduların neredeyse tek tayını patates olmuş. Yetiştirilen patateslerin kabuğuna, etlerine ve yetiştikleri yere göre isimler alıyor. Kayseri ve Niğde yörelerinde yetişen daha çok patates nişastası yapımında kullanılan açık kahverengi ve ince kabuklu bir tür olan beyaz patates. Adapazarı, İzmir ve Kocaeli’nde yetişen sarıkız ise yemeklik olarak ideal. Beyaz etli olanlar nişasta bakımından zenginken, proteininin değeri düşüyor. 100 gram patateste 80 kalori, 2 gram protein, 17 mg karbonhidrat, 7 mg kalsiyum, 53 mg fosfor, 20 mg C vitamini var. Yılın hiçbir zamanı bulmakta da güçlük çekmezsiniz.

Her zaman söylenir, bir kez daha söylense sorun olmaz; patatesin besin değerinin büyük kısmı kabuğunda olduğundan soymak yerine özel bıçağı ile kazımak daha iyidir. Yine kabukları soyularak pişirilen patates C vitaminin yüzde 25’ini kaybediyor. Bu nedenle patatesi fırında kabuğuyla veya buharda ya da az suda pişirmek gerek. Soğuk ve tuzlu suda beklettikten sonra bol ve kızgın yağda pişen patatesler gerçekten harika ve kıtır kıtır oluyor. Köfte yaparken içine rendelenen patates hoş bir lezzet katılıyor. Ayrıca bizde pek yapılmaz ama rendelenmiş patates kızartması ki, adına röşti deniyor, harika bir garnitürdür. Buzdolabında patates bekletmek neden önerilmez? Çünkü patatesin nişasta oranının artmasına ve şekerlenmesine neden olur. Böylece kendi özgün tadından uzaklaşır. Yine de tüketirken nişastalı bir besin olduğu, abartılırsa size kilo olarak döneceğini unutmamak gerekiyor.

Bir çok türü olmasına karşın patatesleri sarı ve beyaz şeklinde ikiye ayırabiliriz. Sarısı kızartma ve yemeklere, beyazı ise püre yapımına uygundur. Tazesi kabukları ile kızartılarak sulu et yemeklerinin içinde veya kızartma et – tavuk yanında süper gider.

Comments are closed.